18 Eylül 2012

Bamberg Böyle Bir Yer İşte





Bunlar sadece ön gösterimdi. Fotoğrafların ve Bamberg'in devamını merak edenleri şöyle alalım.http://www.flickr.com/photos/gokcii/


Şehri şimdiden o kadar benimsedim ki 6 ay sonra ben buradan nasıl gideceğim diye düşünmeye başladım bile. Ama aslında sorun değil, nasılsa Bamberg beni başka yollara başka şehirlere ulaştıracak aracı görevini görmüş olacak. Dünyada Bamberg gibi keşfedilmeyi bekleyen çok yer var benim için. Eminim ki Bamberg de Ankara da bu konuda anlayışlı olacaklardır. Bana öyle geliyor ki artık her yerde kendime bir ev edinebilirim, her yeri bir şeyi için sevebilirim. Dünya'yı kafamın içinde küçültebilirim. Yapılacak çok şey var. Bamberg'de bile keşfedilecek hala bir sürü şey var. Hayat uzun zaman sonra gerçekten akıyor. Beynim her şeyin yeniliğinden dolayı yanmak üzere ama bu iyi bir şey. Yeni şeyler insana yaşadığını hissettiriyor. Neyse ben susayım siz de fotoğraflara bakın. Sonra bir ara devamını da eklerim. To be continued, kalın sağlıcakla.



15 Eylül 2012

Yük

insanlar en sevdikleri şarkıları benimle paylaştıklarında ben o şarkıları dinlediğim her an o insanları yanımda taşıyormuşum gibi hissediyorum. onları çok özlersem mesela, hemen açıveriyorum şarkıyı ya da içimden mırıldanıyorum yarım yamalak. sanki o zaman birlikte yürüyormuşuz, ya da karşılıklı oturruyormuşuz da birbirimize bakıyormuşuz gibi oluyor. ama öyle olmuyor tabii. özlemek zaten hiçbir zaman düzgün çalışmıyor. bir insanı özlemek ne yaparsam yapayım azalacak bir şey değil. konseptin doğasına ters belki de;  özlemenin bitmesi ancak kavuşmayla mümkün olacağı için, kavuşmanın olmadığı her an eli mahkum artar bu özlem denen meret. sabit bile kalmıyor ki terbiyesiz. aslında yaşadığımız her günün bizi yaşlandırmasına benziyor özlemin çalışma şekli. hayat böyleyken özlemden farklı bir şey beklemeye cür'et etmek de saçma olurdu doğrusu. dünya üzerinde cehennemi arayanların ise uzağa bakmasına gerek yok. tüm hayatını kavuşamayacağı şeyleri özleyerek geçirmiş bir insana sorun anlatsın. çok güzel cümlelerle açıklar size. güzel cümle kurmaktan başka tutunacağı dal kalmamıştır ki.  berbat şeyleri fazlasıyla güzel şekilde anlatma çabası kadar naif bir savunma mekanizması daha var mıdır acaba şu hayatta?

kimse bana en sevdiği şarkıları söylemesin, orada anlaşalım bitsin. bu şarkıların azalmayacak bir özlemi dört dakika için unutturup sonra bittikleri an yeniden daha acımasız bir gerçekle beni mahvetmeleri haksızlık. ben kimseyi yanımda taşıyamam, böylesi mümkün değil. olsaydı mükemmel olurdu elbette, tek bir şarkıyla yanıma ışınlanır sonra hep benimle kalırlardı ama böylesi mümkün değil. çünkü ne kadar çok insanı yanımda taşımaya çalışırsam o kadar ağırlaşıyorum. sonra ben yürüyemez oluyorum, artık kendimi taşıyamıyorum ve işin kötüsü her saniye aslında taşdığımın hayali bir yük olduğunun da bilincinde oluyorum. artık kimseyi yanımda taşımak istemiyorum. şarkıları uzak tutun benden ve haritaları önümden kaldırın. tek bir insanın çok daha büyük bir ideali temsil etmesi gibi fikirleri de silin kafamdan.

biliyorum ki, bazen birtakım insanların sebep olacaklarını düşündüğüm mutluluğu özlüyorum. bir kavramı bir duyguyu özlüyorum. bir hayali, bir ütopyayı... her zaman hiç kavuşamayacağım şeyleri özlüyorum. artık istemiyorum. her türlü ütopya ve şarkı gidebilir. yüksüz ve tek başıma var olabilirim. size dünyadaki cehennemi güzel cümlelerle anlatamam olur biter, ne olacak sanki.

11 Eylül 2012

Şehir

Beş gündür Bamberg'deyim. Burada zaman nasıl geçiyor bilmiyorum, bazen çok hızlı gibi geliyor bazen de inanılmaz yavaş. Şehre indiğimde ya tarih tünelinin içinde kaybolmuş bir bahtsız ya da geçmişe gitmeye karar vermiş tarihin ilk zaman yolcusu gibi şanslı hissediyorum kendimi. Şehrin tamamı ama tamamı eski binalardan oluşuyor, 500 yıldır var olan bira bahçeleri var burada ve 500 yıldır aynı birayı aynı yerde servis ediyorlar. Bir köşeyi dönünce Hegel'in evinin önünden geçiyorum ve sanki o hala pencerenin önünde oturuyormuş gibi geliyor.Modern giyimli insanlar ya da apple mağazaları falan olmasa kendimi 1700lü yıllarda yaşıyor gibi hissedebilirim, öyle hissetmem normal bile olur. Her şey öyle tarihi ki ben bile sanki tarihin bir parçası haline geldim burada. Beş gündür her gün sokaklarda yürüyorum, hiç sıkılmadım, sanıyorum ki önümüzdeki 6 ay içinde ayak basmadığım sokak kalmayacak.

Bugün kimsenin geçmediği çok dar ve yokuşlu sokaklardan yürürken aklıma eskiden o yollardan geçen at arabaları geldi, nedense at arabaları gözümün önüne geldiği an hayalimde hava da karardı ve kapandı. At arabalarının karanlıkla bir alakası olmalı. Aslında geldiğimden beri güneş var ama hava puslu olduğunda ya da yağmur yağdığında Bamberg nasıl görünecek çok merak ediyorum. Belki de ortaçağ'a karanlık çağ dedikleri için sanki bu tarihe karanlık hava daha da yakışırmış gibi bir şeyler düşündüm bugün, ha güneşten hiç şikayetçi değilim yanlış anlaşılmasın ama etraf daha karanlık olduğunda buradaki gotik havayı daha iyi anlarım gibi geliyor sadece. Bunalır mıyım? Sanmıyorum. Bu şehirle münasebetimiz ilk görüşte aşk ile başladığından, kolay kolay bıkmayız birbirimizden.

Anlatılacak bir sürü şey var hem şehirle hem de Almanya'ya özgü garipliklerle ilgili. Onları bi ara teker teker anlatırım, büyük kültür şoku yaşadığımı söyleyemem ama gerçekten çok şaşırdığım bazı minik hadiseler olmadı değil, neyse ki uyum sağalamak da zor değil. Hatta bezen her türlü ortama bu kadar kolay uyum sağlayabiliyor oluşumuzu çok garipsiyorum. Buraya gelir gelmez kendime özgü bir rutin yarattım bile. Yattığım yatağa alıştım, hangi lambaları yakıp hangilerini yakmayacağıma hemen karar verdim. Dolapları benimsedim, nereye ne koyacağımı hemen belirledim. Bunların bu kadar kolay olması iyi bir şey mi yoksa kötü mü onu da bilmiyorum. Yaşadığım yeri kendi yerim haline getirmeye çalışmak, başka birinin yerini öylece benimsemekten daha mı iyi yoksa beyhude bir çaba mı onu da bilmiyorum. Gelişine yaşıyorum. Odamın penceresinden sabahları kilisenin yolunda bisiklet süren insanları izliyorum. Herkes her yere bisikletle gidiyor, bir bisikletim yok diye gizliden içleniyorum. Şehrin ruhuna hayat veriyor sanki bisiklet tekerlekleri, ben şehre hayat veren şeyin dışında kalmamalıyım diyorum. Belki önümüzdeki günlerde sepetli bir bisiklet alırım. Bir de at arabam olsaydı şehrin her zamanının ruhuna hayat verebilirdim. Neyse o da başka bir zamana, gerçek zaman yolculuklarına kalsın.


2 Eylül 2012

Bavul

altı aylık valiz hazırlamak işkencelerin en büyüğüymüş. ben daha önce hiç bu kadar uzun bir seyahate çıkmadığım için ve genelde küçük bir bavula sığıp artan şeyler olursa onları da emektar sırtçantama atıp rahat ettiğim için hiç bilmiyordum tek bir bavula neredeyse bir hayat sığdırmanın zorluğunu. resmen tek bavulla taşınıyorum. ne kadar eşya alırsam alayım da hep bir şeyler eksik kalıyor elbette ama artık yapacak bir şey yok. belki insanın fazla eşyaya ihtiyacı da yok. alıştığım birçok şeyi geride bırakmak ve orada yeni eşyalara alışmak daha makul bir şey olabilir. bir anlamda yeni bir şeyler olsun diye çıktığım bu yolda eski şeylere inatla tutunmak da çok manasız geliyor düşününce. evet gerçekten manasız. o yüzden şikayet etmeyip yeni ne varsa onlara uyum sağlamaya odaklanayım ben.

çarşamba akşamı başlıyor yolculuk. bir süre sesim çıkmayabilir. yeni hayata alışmak, tabak çanak alışverişi yapmak, sürekli ingilizce konuşmak, yeni insanlarla tanışmak, minimum 50 çeşit bira denemek falan gibi şeylerle meşgul olacağım birkaç hafta var önümde. haa tabii bir de internet meselesi var. kim bilir ne zaman sabit bir internetim olacak.-internet çok lazım be blog-  internetim bağlanır bağlanmaz minik orta çağ şehrimden gidişatı bildirmeye başlarım tabii. çenem düşer, duramam. bana öyle geliyor ki bu blog bir ay sonra kısmi bir gezi blogu halini alacak. şimdilik sessizliğe gömülmeden önce bir fotoğraf bırakayım sizlere. ben buralarda bi yerlerde tek başıma dolaşıyor olacağım. yağmur da yağar belki. çok güzel olur.