14 Haziran 2012

İnsanlar ve Bazı İnsanlar

(2 ay kadar önce çok sinirlendiğim bir an, yazarsam belki sinirim geçer diye yazdığım bir yazıydı. bu konuyla ilgili hala sinirliyim ve sanırım hayatım boyunca da sinirli olacağım. o yüzden yazıyı buraya da koyabilirim, hatta her okuduğumda tekrar tekrar daha çok sinirlenebilirim. bir şeyler ne zaman değişecek acaba?)

çevremdeki birçok insanla bağlantı kurmayı başaramıyorum ve her seferinde bu durum beni şaşırtıyor, inatla şaşırıyorum. şimdiye kadar insanlarla aramdaki bu alakasızlığa alışmış olmam lazımdı ama nedendir bilinmez bir türlü alışamadım. gündelik sohbetler içinde bazen öyle kayboluyorum ki 3 ışık yılı uzakta bir yıldıza gidip oraya yerleşsem ancak bu kadar kopuk olabilirim. 3 ışık yılı gidecek teknolojiye henüz sahip olmadığımdan içimdeki bir başka gezegene gidiyor, o yalnız gezegende kaybolurken durup dinliyorum onları; hayallerini anlatıyor insanlar, kocalarını, ev kredilerini, yeni aldıkları televizyonları, memuriyetin bir başka seviyesine geçmek için çabalarını, inançlarını, kaderi, aslında bambaşka şekilde davranırlarken şükretmenin ne kadar önemli olduğunu, yapacakları çocukları, son model düdüklü tencereleri, başkalarının hayatlarını, uygun salça seçmenin püf noktalarını, dine uygun gelen davranışları, evliliğin nasıl aile meselesi olduğunu, aile kurmanın önemini, kadınların mutlaka anne olmaları gerektiğini, play-offu, bilmem kim futbolcunun efsane pasını, üç odalı evleri, ilaç tedavilerini, "deli" diye yaftaladıkları insanları, hayattan en önemli şeyin sağlık olduğunu, sakin bir hayatın gerek ve önemini... bir sürü şey daha, hepsini dinliyorum ve inanın düşüncelerinin birçoğuna saygı bile duyuyorum. "herkesin hayatı kendine, öyle mutlu olacaksa öyle yapsın, öyle mutlu olunmayacağına inanmam sadece beni bağlar" diyorum. bana göre çarpık onlara göre pek mühim gerçekler olan şeyleri duydukça" ama sen yanılıyorsun" demiyorum, ağzıma bile açmıyorum, gülümseyip kafamı sallıyorum. ezan okunurken müziği kapatır mısın diye rica ettiklerinde benim inandığım şey müzik olduğu halde insanların önemli buldukları değerlerle tartışmıyorum ve müziği kapatıyorum. biliyorum ki müzik her zaman benim yanımda, onu beş dakikalığına kapatmak beni yaralamaz. aynısını ben istediğimde, kimsenin güzel bir şarkı için ezanı kısmayacağını bilerek yapıyorum bunu üstelik. ama ben bunları yapmakla çok büyük hata ediyorum. çünkü ben onların kararlarına, sıkıcı konuşma başlıklarına, hayatlarında değer verdikleri büyük televizyonlara, bozulmayan salçalara, koca bulma yöntemlerine, toplumsal düzene saplantılı hayat tarzlarına, ölüm hiç yokmuş gibi yaşamalarına gülümseyip başımı sallarken söz onlara verildiğinde benim hayallerimin önemsizliğinden dem vurabiliyorlar. istediğim hayatın toplumsal düzende bir yeri olmadığını söyleyip, "bunlar da senin gençlik heveslerin, elbet doğru yolu bulursun bu süreç geçtiğinde" tarzı abuk cümleler kurup, bana acıyormuş gibi bakabiliyorlar. inançsız olmam içimdeki kocaman bir boşluğa, hayalimin evlenip düdüklü tencere almak olmaması da çocuk akıllı bir hayalperest olduğuma işaret ediyor (ki çocuk akıllı bir hayalperest olmak dünyanın en güzel şeyidir, onların bunu kötü bir şey zannetmesi ne ayıp). "üzülme sen de evlenecek birini bulacaksın" gibi bir cümle duyabiliyorum mesela ben. kendilerini tanımlayan şeyin beni de tanımlayacağından öyle eminler. evlenmeden, çocuk sahibi olamadan tam olamayan insanlarız çünkü. hepimiz öyleyiz. ilgi duydukları şeyin tüm insanların ortak paydası olduğunu düşünmeleri var bir de. tüm kadınların anne olmak istediğini, tüm erkeklerin spor üzerine bir fikri olması gerektiğini falan bekliyorlar. ne garip. anne olmakta ya da sporla ilgilenmekte hiçbir kötü yan yok tabii ki, zaten o yüzden insanların hayallerine ve ilgi alanlarına çoğu zaman saygı duyuyor, gülümseyip başımı sallıyorum ama ben kitap yazmayı hayal ettiğimi, kendimde anaç hiçbir taraf görmediğimi ve çocuk istemediğimi, en büyük hayalimin gelinlik giymek olmadığını, ev dekorasyonu yerine sevdiğim bir müzisyenin yeni çıkan albümüne ilgi duyduğumu, dolaşmak istediğimi, dünyayı görmek istediğimi, sokaklarda sabahlamak istediğimi, sadece kadın olduğum için yapamayacağımı söyledikleri şeylerin hiçbirini umursamadığımı, ataerkil kültürden hoşlanmadığımı, yalnızlıktan korkmadığımı, ölüm bilgisini yadsıyamadığımı, nedensiz yere şükretmediğimi ve inanmadığımı söylediğimde veya ima ettiğimde garip bakışlara maruz kalmak zorunda kalıyorum. öyle ayakları yere basmayan bir insan da değilim, yapmam gereken şeylerin bilincindeyim ve sorumluluk alabiliyorum. yaşamak için en azından bir süreliğine sıkıcı bir işe sahip olmak zorunda olduğumu falan ben de kabul ediyorum. ama hayatın bu acımasız gerçekliği içinde bir de herkesin kafasındaki yaşam tarzına uymak gibi bir zorunluluğumuz olmadığını keşke insanlar bir vahiy inmişçesine anlasalardı. çünkü benim anlatacak gücüm yok. çünkü dönüp dolaşıp uzak hisseden ben oluyorum. kopup gidiyorum, ışık yılının neye tekabül ettiğini bilmeden manasız cümleler kuruyorum ve insanlara dair barındırdığım minicik umutlar da ölüyor. işin garip tarafı ise bu bahsettiğim insanların bir şekilde çevremde olması. yoldan geçen adam değiller, belki toplumun tamamını temsil eden bir örneklem grubu oluşturuyorlar ama sanıyorum ki ben çevremdeki insanların benim hayallerime inanmalarını istiyorum. inanmadıkları hayallerimin de neden gerçekleşemeceğini gerçekçi bir şekilde bana anlatmalarını istiyorum, ama bunu sadece hayallerin doğru olana uygun olmaması, toplumsal bağlamda bir yeri yurdu bulunmaması gibi nedenlere dayandırarak yapmalarını istemiyorum. gündelik hayat muhabbetlerinde kopup gitmek zorunda olmadığım bir hayat. çok mu zor? herkes evlilik, nişanlılık hikayelerini anlattıktan sonra benim anlattığım herhangi bir şeyin aman bu da gene şimdi ne abuk subuk şeylerden bahsediyor bakışlarıyla karşılanması büyük haksızlık. sonra insanlar neden günden güne yalnızlaşıyor. işte tam bu yüzden. çünkü bağlantı kuramıyorlar.

sadece gülümseyip kafalarını sallasalar yeter ama asla ve asla bana "gerçek" hayatı öğretmeye kalkmasınlar, net bir doğrudan bahsedip, beni yargılamasınlar. sonuçta herkesin hayatı kendine ve herkes sadece kendi hayatını mahvetme ve düzeltme hakkına sahip. o yüzden başka insanların hayatları hakkındaki düşüncelerimizi kendimize saklayıp kendi hayatlarımıza odaklanırsak mükemmel bir dünyada yaşamanın ilk adımlarını atabiliriz. ya da belki ben de bu düzeni kabul edip ben de onların yaşam tarzlarını eleştirir cümleler kurmaya falan başlamalıyım. belki de ikiyüzlü davranan benim. inanmadığım şeylere saygı duymak zorunda da değilim belki. nasılsa onlar saygı duymuyor o zaman alemin enayisi ben miyim? belki de en güzeli böyle insanları hayatımdan çıkarmam. tabii insan ailesini hayatından çıkaramıyor ama arkadaş ve tanıdık kategorisinde bulunan ve kendimi olduğumdan daha yalnız hissetmeme yol açan kişiler var olmasalar da olur. birilerinden yaşam dersi almak ya da olmak istediğim kişinin yanlış olduğunu duymak zorunda değilim. dünyada tamamen siyah bir alana ya da salt bir yanlış olduğuna bile inanmıyorken birilerinin üzerimden tanımladığı yanlışlık kavramına daha fazla dayanmak zorunda hiç değilim.

5 yorum:

Sade dedi ki...

42.
Gezegenin adresini vermemen kötü olmuş.

Sam Scarlet dedi ki...

canım yukarıdaki 42'ci.

gökçe, kafamızın içindekilerin bu kadar, BU KADAR aynı oluşu beni çok sevindiriyor. yazdığın her cümlenin ardında barınanların hepsini tanıyorum. çok benziyoruz. belki dünyayı beraberce değiştirmeyi başarabiliriz.

gokciii dedi ki...

42 mühim. ve evet haklısın gezegenin adresini vermek şart :)

umarım dünyayı beraber değiştirebiliriz. ama eğer yapamazsak en azından her zaman başka bir gezegene göç etme ihtimalimiz var. hadi olmadı hayalimiz var. kendimizi bir şekilde kurtarırız ama dünya kurtulmak istemezse yapacak bir şey yok.

gokciii dedi ki...

teşekkürler yivrum :)

Adsız dedi ki...

yalnız değilsin :)