Daha önce, çok çok önce yarım bıraktığım yazıları taslaklar başlığıyla yayınlıyordum. Yine yapasım geldi. Eksik, kötü falan demeyeceğim yarım yamalak yazıları koyacağım buraya. Zaten genel olarak bir şeyleri bitirme konusunda pek başarılı değilim. Yarım kalan şeylerin de kendine has bir güzelliği var nedense.
"bugün bir viyana haritasına baktım, senin sadece bir odaya ihtiyacın varken, bu kadar büyük bir şehir inşa edilmiş olması bana bir an için akıl almaz geldi." F. Kafka
gel sen de kopar bi parça, tozum bile kalmasın.
ne zaman tamamen bitecek ki bu kötü hissetmeler. filmler dışında hiçbir şeye ağlayamıyor olmam da çok kötü. ağlayamayan bi insan oldum sonunda. bu hale geleceğimi hiç hayal edemezdim.
bir de dünya yalan söylüyor ne güzel albümdü, birden özleyiverdim. hayırlısı.
Bir gün elinde bir sürü hayal ile yürürken ertesi gün hayalden bile geriye hiçbir şey kalmaması yaşamın en büyük dramlarından biri. Bazen öyle şeyler üst üste geliyor ki insan hayallerine bile sahip çıkamıyor. Hayal bu kimse onları elimizden alamaz diye düşünüyoruz ama bu dünyada insan her şeyi hayalleri bile kaybedebiliyor. İdealler kurşun geçirmezdir sözü için de durum bu. İdealler ve fikirler bile öyle güzel kurşun geçirir ki şaşıp kalırız hepimiz. Her şey yok olur zamanla, hayaller, fikirler, idealler. Her şeyi öldürmenin bir yolu vardır ve o yolu bilen birileri mutlaka olacaktır. Belki bugün değil belki yüz yıl sonra da değil bin yıl sonra ama olacaktır. Belki de bir dakika içinde çözecektir birileri fikirleri öldürmenin yolunu. Ve hayalleri sadece kendimize ait sırlar, kimsenin göremediği, kitli kalmış ganimetler olarak görmek istesek de hayaller bile ortak bir zihnin ortak bir kullanım maddesi gibi. Ufacık bir şeyle tüm sihrini kaybetmeye hazır, kafamızın içinde durup duruyorlar. İnanmak istiyorum hayallerin zarar göremeyeceğine ama dünya her ne kadar inananların dünyası gibi görünse de
Odamın kapısının cam ile tahtanın birleştiği üst köşesinde altın rengi bir parça gördüm dün gece. Ne olduğunu anlayamadım uzunca süre, dokunmaya korktum. Bir şeyin ne olduğunu anlamak için dokunmak en son yapacağım şeydir, korkunç geldiği için. Görmek neden daha az korkunç o konuda da bir fikrim yok ama dokunmak her zaman en beteri. Belki en güzeli koklamak, görmeden koklamak hatta. Koku daha açıklayıcı daha az dehşet verici. Sahi ya, dehşet veren koku diye bir şey bilmiyorum ben. Kötü kokular var mesela, güzel kokular da ama korkutan koku yok. Kötü bir koku yapacağı etki yüzünden korkutucu olabilir ama salt bir dehşet etkisi yarattığına hiç şahit olmadım. Ama hayat bu daha deneyimlemediğimiz neler neler vardır kim bilir. Kokunun korkutanını da koklar bu burun bir zaman.
Çok kustuğum günlerde aklıma nedense Slyvia Plath ve Sırça Fanus geliyor. Besin zehirlenmesi yaşayıp kusup yerde yattıkları bölüm canlanıyor hep gözümde. Kusmaktan nefret ediyorum, hayatta belki hiçbir şeyden nefret etmediğim kadar. Ama ben bir Slyvia Plath değilim onun kusmayı anlatması, kusmayı ilişkilendirdiği şeyler gibi
Ne salakça şeyler söyleyip ne salakça şeyler yapıyorum. Bana bir kılavuz lazım. Çok fazla kitap okuyorum onlar kılavuz olsa olmaz mı?