bugün, haberdar olmadığım gizli bir turuncu günü kutlanıyordu sanki dünyada. benim dışımda kalan tüm dünya, bu önemli günün manasını, neyi temsil ettiğini biliyor, ona göre davranıyordu. her baktığım yerde, insanlarda, ayrıntılarda, hep turuncuyu gördüm. belki sadece benim zihnimin içinde kutlanan ama nasıl olduysa ondan da haberdar olamadığım bir turuncu günüydü bu. her şekilde ben bilmiyordum. sadece maruz kaldım. her zamanki gibi turuncu gününde de ben yine uzaktan bakandım, seyirciydim. ilk önce koyu turuncu pantolon giymiş yaşlı amcayı gördüm. yaşlı amca, mor kumaştan yapılmış, turuncu saplı şemsiyesini yere dokundurarak bir saatin dakika cimrisi yelkovanı gibi aheste adımlar atıyordu. onun bu zamanı zerre umursamaz yavaşlığı beni ve geri kalan herkesi bir anda görünmez bir hapishaneye esir etti. öyle yavaştı ki, o yürürken otobüsler arkasından ancak insan adımlarıyla takip edibiliyorlardı onu. sanki tüm dünya onun ve turuncu saplı şemsiyesinin hızına göre yaşayacaktı bundan sonra. o yürürken zaman değişti, ben yaşlandım, otobüsler insanlaştı ve hepimiz uzun ve acısız bir uykuya yatmak istedik. amca mor kumaştan yapılmış turuncu saplı şemsiyesi ile yere vurmayı bırakınca zaman yeniden değişti, biz uyandık. ben hala yaşlıydım. amca otobüs durağına ulaşmıştı. otobüsler otobüs olabilirdi artık. yine de yaşlanmıştık bir kere ya, ne önemi vardı bunun. zaman, amcanın adımlarında akmaya devam etse belki de hiçbir önemi kalmayacaktı ölmenin bile. anlamazdık bile. amca da yaşlıydı ve yaşlılar zamanı değiştirebilirlerdi, çevrelerindeki her şeyi -nasıl oluyorsa- işlemeyen bir saate dönüştürebilirlerdi. artık yaşlı olmaya yaşlıydım ama ne yazık ki şimdi uyanıktım, uyanmıştım. uyanıkken etrafımı fark etmemek gibi bir seçeneğim kalmıyordu, görüyordum, izliyordum. zaten bir sürü şey turuncuydu, istesem de gözümden kaçamazdı turuncular. sonra turuncu saçlı kızı gördüm. kız birden ağlamaya başladı. gözlerini elleriyle kapatıyordu. yanında duran çocuk ona baktı, aralarında tarifi zor bir uçurum vardı. kızın ağlaması onu ürkütmüştü, tiksindirmişti. tek elinde sigarası duruyorken, diğer eliyle omzuna dokundu turuncu saçlı kızın. gözlerimi kapadım. bu yapmacıklığı görmektense karanlığı görmeyi tercih ederim dedim. ama yine de merak ettim. gözlerimi açtığımda çocuk, bütün parmaklarında yüzük olan kocaman eliyle kızın saçını okşuyordu. öbür elinde hala sigarası vardı. önce biraz sarılır gibi yaptı, sonra yine dev bir ağaç gibi durdu kızın arkasında. erkekler kendileri bile bilmiyordu ağlayan kadınlarda onları rahatsız eden şeyin ne olduğunu. sadece rahatsız oluyorlardı, korkuyorlardı ve sinirleniyorlardı. çok sinirleniyorlardı. kız kafasını kaldırıp ağlamaktan şişmiş gözleriyle çocuğa baktı. çocuk, kızın montunun arkasında duran şapkayı bir anda kızın kafasına geçirdi. bembeyaz şapkanın altında turuncu saçları yok olmuştu, kız da yok olsun istemişti o an, üzerini beyaz bir şapkayla kapadığında her şeyin biteceğini ummuştu galiba.
sonra kız, çocuğun elinden tuttu. tüm parmaklarında yüzük olan elinden... çocuğun kocaman bir beresi vardı, küpeleri vardı, atkısı vardı hatta berenin altından görünen tokası bile vardı.ha tabii bir de diğer elinde durup duran, bitmek bilmeyen sigarası. turuncu saçlı kızla aralarında yüzükler vardı, küpeler, tokalar, bere ve hatta atkı vardı. tüm o aksesuarlar onu saklıyordu, kalabalıklaştırıyordu. zaten sadece çok büyük sırları olan insanlar çok fazla aksesuar kullanırdı. kendilerini saklamanın bir yoluydu aksesuar onlar için. kimse gerçekten onlara bakmayacak, dikkatleri hep başka şeylere kayacaktı. kız, çocuğun elini tuttuğunda önce yüzükleri hissedecekti, metal ve soğuk olacaktı elleri. belki de o yüzden hiçbir zaman onun sırrını çözemeyecekti. belki çocuk kızı hiç sevmiyordu, belki de kendisini sevmiyordu. belki çok yalnızdı. belki nefret ediyordu yaşamaktan, o yüzden kimse görmemeliydi onu. acaba hangisi doğruydu? bunu bilmemize imkan yoktu. ona bakınca sadece beresi, tokası, yüzükleri ve küpeleri görünecekti ve biz onda çözemediğimiz bir yanlışlık olduğunu anlayabilecektik sadece. ne olduğunu asla bilemeyecek belki de sırf bu yüzden onun yanında ağlayacaktık, turuncu saçlı kız gibi. azıcık tepki versin, azıcık sevsin diye ağlayacaktık. o sinirlenecekti ve kafamıza beyaz bir şapka örtüp gerçek parmaklarına dokunmamıza bile izin vermeyecekti. biz kimdik, şimdi böyle bir anda bize nereden gelmiştik? bizi bir köşede bırakmak en iyisiydi. sonra turuncu saçlı kız kollarını kocaman açıp sarıldı çocuğa. "sende bir yanlışlık var, ne olduğunu bilmiyorum ama yine de beni bırakma" diyordu sarılarak. insan sarılarak her şeyi söyleyebilir. tüm cümleler sarılma anlarına saklanıp, sonsuza dek o anda kalabilirler. çocuk tek eli sigarayla dolu olduğu için tek kolunu doladı turuncu saçlı kızın boynuna. bu sigara niye hala bitmemişti. tüm bunlar olurken sigara nasıl bitmezdi? kafamı bir anlığına çevirince gördüm karşı duraktaki yaşlı amcayı. yine şemsiyesiyle yere vuruyordu. turuncu saçlı kız ağlamaya başladığında amca da dünyanın en yavaş yürüyüşüne yeniden başlamıştı belli ki. zaman yine yavaşlamıştı. ben daha da yaşlıydım. turuncu saçlı kız da yaşlanmıştı bu sefer. turuncu saçlı kız için üzüldüm, bana bile ölüm gibi gelen bu saniyeleri bu kadar uzun yaşamak zorunda kaldığı için ona acıdım. amcanın zamanlamasına sinirlendim. neden turuncu saçlı kıza bunu yapmıştı, neden yine bizi önlenemez bi uyuma ve bir daha uyanmama isteğiyle yıkamıştı? neden bu kadar yaşlıydık? durağın bir başka köşesinde koyu turuncu beresi ve açık turuncu upuzun mantosuyla duran orta yaşlı, garip görünüşlü kadın bize doğru baktı. önce turuncu saçlı kızı görmüştü, onun arkasında duran çocuğu es geçerek bana döndü gözleri. dünyanın en yavaş kahkahasını attı sonra. bizim bilmediğimiz bir şey biliyordu. ve amca şemsiyesini yere vurarak yürümeye devam ediyordu. sanırım artık zaman ortadan kaybolmuştu ve sanırım tüm dünya turuncuydu.
2 yorum:
insanları gözlemleyen diğer insanların farklı olduğuna inanırım o anda herkes bir şekilde anı yaşarken o izler,ayrıntılardasın ve düşünüyorsun,kelimelerini sevdim :)
teşekkür ederim :)
Yorum Gönder