26 Mayıs 2011

Çaresiz Şarkılar, Geceler, Bon Iver ve Şeftali

en "çaresiz" şarkı sözü yarışması yapılsaydı "aşık gibi sevmezsen kardeş gibi sev beni" ve if i could be who you wanted all the time" birinciliği paylaşırdı. çok net.

bazen 3-4 bira üzerine de 2-3 votka içiyorsun da hiçbir şey olmuyor bazen de 2 birayla dünya dönmeye başlıyor ya. neye göre karar veriliyor, bunun arkasındaki mekanizma nedir çok merak ediyorum. böyle dengesiz canlılar olmayı ne zaman bırakacağız? en çok tanıdığımızı düşündüğümüz kendimizin bile vereceği fiziksel tepkiler karşısında bu kadar az söz sahibi olmamız ne saçma bir durumdur. anlamıyorum.

anlamadığım daha neler neler var ama şimdi hepsini burada madde madde yazarsam kimsenin okumayacağı bir şey yazmış olurum.

geceleri sokakta olmayı çok seviyorum. kalabalık azalıyor ve caddeler gündüzden çok daha güvenli hissettiriyor herkesin düşündüğünün aksine. saat 11den sonra her şey gözüme daha da güzel görünüyor. çoğu zaman belki alkoldendir bilemiyorum. ama son 2-3 yılımı hep geceleri dışarıda olacak şekilde geçirdiğim için çok memnunum. çünkü sabahlardan nefret ediyorum gündüzlerden de bi bok anlamıyorum ama geceler en güzel zamanlar. eskiden yazlıkta hep dışarıda sabahlardık . güneşin doğuşunu görene kadar içeri girmezdik. önce dolaşıp dururduk sonra da iskelenin kenarına gider taşların üzerine yatardık. ama uyumazdık. en güzel saatleri uyuyarak geçiremezdik. gece 3 te karpuz keser yerdik ve saatlerce konuşurduk. neler konuştuğumuzu hiç hatırlamıyorum ama gecelerce hiç sıkılmadığımıza göre baya güzel şeyler konuşuyormuşuz. o günleri acayip özledim ama onların yerine başka güzel geceler koyduk. sonuçta bazı şeyler sadece belli dönemlerde yaşanıp bittiği için iyi gelir insana. bitmese çok sıkılırdık belki. şimdilerde geceleri kızılay'da ya da tunalı'da yürümek ve yine saatlerce konuşmak yapmayı en sevdiğimiz şeyler. bazı şeyler de değişmiyor belli ki. gidip sabahalara kadar dans edecek halimiz yok, o insanlardan olamadık ne yaparsak yapalım da olamıyoruz. böylesi iyi işte.

bon iver'ın yeni şarkısına acayip aşık oldum. albüm kim bilir ne mükemmel olacak. en azından heyecanlanacağım bir şeyler var şu yaz mevsimiyle ilgili. bon iver albümü ve şeftali. ya onlar da olmasaydı nasıl geçecekti bu dandik mevsim hiç bilemiyorum. sahi yaz denen şey niye bu kadar dandik ki. bence temmuz özellikle de ağustos olmasa da hiçbir şey kaybetmeyiz. haziranı yaşayıp hemen eylüle geçmek istiyorum mümkünse.

şeftali üzerine de şiirler şarkılar yazabilirim. şeftali kokusunu o kadar seviyorum ki bazen yediğim şeftalileri boynuma süresim öyle parfüm gibi kullanasım geliyor. şeftalileri sağıma soluma sürmeyeyim diye gidip şeftali kokulu parfümler alıyorum ama valla da billa da kesmiyor yani. büyük aşk yaşıyoruz şeftaliyle.

22 Mayıs 2011

Görünmez

bazı anlar görünmezliğimden yorulduğum oluyor, doğrudur. fark edilmeyen silik bir insan olmak hayattaki en basit insani ilişkilerde bile sizin yok sayılmanız demek. ama sırf birileri beni fark etsin diye sürekli olmadığım bir heyecan seviyesinde veya içinde kendini iyi hissetmediğim bir uydurulmuş hal- tavır elbisesiyle yaşamam mümkün değil. ben buyum değişmem arkadaşım sabit fikirliliği de değil bu anlattığım. bazen sesim soluğum çıkmaz bazen yürürken iyice küçülürüm, zaten oturduğumda neredeyse içime kaçacakmışım gibidir vücut dilim ve sanırım gerçekten küçülerek yok olmayı istediğim bazı günler ve haftalar da var. ama bu aklımın da sessiz içimin fırtınasız olduğu anlamına gelmez veya çok konuşan, çok gülen sürekli hareket halinde olan bir insandan daha az fark edilmeye değer olduğum anlamına da. herkes tarafından fark edilmek gibi bir isteğim de yok gerçekten ama en azından 5 dakika boyunca dibinde durduğum bir insanın "seni görmedim ben burada mıydın" demesi veya yanından yürüyerek geçtiğim insanların beni görmediği için birden dönüp bana kafa veya tokat atması gibi olayları yaşamak istemediğim için artık isyanım. yani o derece mi yokum ki ancak fiziksel bir temasta bulunduğumda var olabiliyorum. veya sürekli ses mi çıkartmam lazım boynuma çanlı tasma mı takayım yani ne bileyim. belki de ben çok abartıyorum ama öyle çok yaşadım bu olayları ve bazılarına komik gelecek hikayeleri, iyice absürd bir kafada yaşıyormuşum gibi geliyor bana. çok daha sembolik bi yerden baktığım için belki de. ufak tefek olaylar bende çok daha büyük bir yanlışın yansıması olabiliyor. bazen bu huyumdan nefret ediyorum.

nereden aklıma geldi şimdi tüm bunlar ondan da emin değilim. galiba kendimi gözünde var etmek için çok uğraştığım ama bir türlü başaramadığım bir insan vardı aklımda bunları yazarken. ama o bambaşka bir olay yukarıda yazılanlardan, ilginçtir ki. -çağrışımları durdurmak da mümkün değil işte, keşke olsaydı.- bir "kill yourself for recognition" durumuydu o . gerçekten beni görsün istiyordum hala da istiyorum galiba ama görmüyor. boynuma çanlı tasma da taktım, her daim ben buradayım diye gözüne parmağımı da soktum ama sonuç olarak yenildim ve dün gece oturduğum yerde bu sefer kendime bile görünmez geldim, sanki hiçbir anlamım yoktu. bir koltukta oturuyordum ama ben bile orada olduğumdan emin değildim. ilk defa kendime tokat atmak istedim sırf yaşayıp yaşamadığımdan emin olmak için. evet biliyordum ki yaşıyordum, sadece onun için değil. iki insan arasındaki mesafenin sonsuz olduğu o durumlardan biriydi işte, ne çok var onlardan. gözümü kapadım bir resim canlandı hemen kafamda; tekli koltukta oturan bir kız, denizin ortasındaki bir dubanın üzerine bırakmışlar onu koltuğuyla beraber, hava kararmış ve sağa sola bakınıyor koltuğuna yapışmış bir şekilde. rüzgar sesinden başka da bir şey yok. bu resim beni biraz güldürdü yalan değil, üzgün şeylere gülümsemeyi bir savunma mekanizması haline getirdim bir süredir. belki üzgün şeylerde mükemmel güzellikler gördüğüm tezini pekiştirmek için kullandığım bir yöntemdir bilemiyorum. sonuçta gülümsedim, ayağa kalktım ve su içtim. yaşamayan şeyler su içmezdi, ben içtim. o gitti. uyudum. sabah uyandım hastaydım. bence insanın yaşadığını kendine ispat edebilmesi için hasta olması en geçerli yoldur. hastaysan yaşıyorsun çünkü fiziksel olarak acı çekiyorsun, bu derece düz bir mantık. benim anlamadığımsa fiziksel olarak hasta olduğum zamanlar ruhumun da hasta olması. öyle hissettiriyor. bir şekilde burnumun akmasına paralel gözlerim de dolabiliyor nedensiz yere. midemi üşütmem sanki duygudurumu düzenleyen yerimi de üşütmeme neden olmuş gibi. çok ilginç. başka türlü modern family'de ağlamamı da açıklayamıyorum çünkü. niye ağlıyorsun diye sorsalar grip oldum diyebilirim sadece. kim inanır bilmem, ben bile zor inanıyorum.

denizin ortasındaki koltukta otururken, rüzgar bittiğinde bu şarkı çalmaya başlıyor nedendir bilinmez, hayallere söz geçirmek ne mümkün ama bu şarkı çok kötü. çok fena kötü.

How My Heart Behaves? by Miss Loveletter

9 Mayıs 2011

İki Şey

İki şey söyleyip kaçacağım. Birincisi şu yandaki resme bayıldım, gülmekten öldüm hatta. Bunun bir de tişörtü varmış şu an hayatta en çok sahip olmak istediğim şey o tişört. Kafayı bir zamanlar -çoğu psikolog gibi- Freud'a takmış biri olarak Freud sürçmelerini her fark ettiğimde ve ukalaca yorumladığımda kendimi çok matah bir şey zannettiğim tüm o zamanların hatrına bu tişörtle dolaşmak istiyorum. Odamdaki poster artık yetmiyor. Ama gerçekten Freud simgesel olarak çok fazla şey ifade ediyor. Adamın kendisinin, kuramıyla anlattıklarına dönüşmesi ne ilginçtir değil mi. Dünya için bir sembol oldu adam ve herkes onun adına -şekline farklı anlamalar yüklüyor. Herkes bambaşka açılardan bakıyor. Sadece söyledikleri değil figürü bile birçok kişi için çok başka şeyler ifade edebiliyor. Çağını ve sonrasını bu kadar etkileyebilen dehalara hayran olmamak elimde değil. Sıradan insanlara hayran olmayı hiçbir zaman anlayamayacağım ama dehalara hayran olmaktan ömrüm boyu kendimi alamayacağım belli ki.. Büyük akıllar, zeka ve entellektüel kapasite beni her şeyden çok etkiliyor. Freud'un da hastasıyız, deli hastasıyız.

İkincisi, geçen gün yine dinlerken aklıma geldi ve çok az kişinin o şarkının bu yorumunu bildiğini düşünüp üzüldüm. Jeff Buckley The Other Woman'ı öyle güzel söylüyor ki bence dünya bundan mahrum kalmamalı. herkes bir kere de olsa bu şarkıyı Jeff Buckley'den dinlemeli. Hatta bir de olayın sırrını çözebilmek için önce Nina Simone'dan dinlemeli. Sonra da bir erkeğin bu kadar kadın bir şarkıyı bu kadar mükemmel yorumlaması karşısında ağzı açık bir şekilde hayran hayran bakmalı. Ben mesela her dinleyişimde ağzım açık uzaklara bakıyorum. Vay be diyorum, naptın sen Jeff. Çok etkileniyorum her defasında. O yüzden siz de dinleyin istedim.

8 Mayıs 2011

Rol

annemle kavga etme nedenimizin benim mutsuzluğum olduğunu söylediğimde "rol yapamıyor musun?" dedi bi arkadaşım. ben de "yapıyorum, zaten tüm hayatım rol yaparak geçiyor ve eve geldiğimde artık rol yapacak halim kalmıyor" dedim. o da insan bazen kendisine bile rol yapmalı dedi. rol yapmayı hiç bırakmamalı evde okulda hatta uyurken bile. sonuçta sadece mutsuz olduğum için kavga edebiliyorduk, böyle bir dünyada yaşıyorduk. sürekli rol de yapabilirdik karşılıklı. ve annem bana" senin mutsuzluğunu kabul etmiyorum ben" dedi. konuşma orada bitti. ben mutsuzum dedim o da ben bunu kabul etmiyorum. dedi. ee noldu şimdi, nereye vardık bilmiyorum . ama galiba ben rol yapmaya karar verdim bazen kendime bile. ne kadar yorulsam da evime geldiğimde mutluymuşum gibi yapmalı 20dklık dizilerimi açıp kahkaha atmalıyım. günlük olayları sanki yaşamaktan çok keyif alıyormuş gibi anlatmalı , yediğim yemekleri son yemeğimi yiyormuşum gibi yemeli ve ağlayasım geldiğinde tuvalete falan kaçmalıyım. birçok insanın yaptığı gibi düşünmeyi bırakıp uyuşmalı ve içim sıkıldığında kuruyemiş falan yemeliyim. sıkıcı konuşmalarda kafamı çok umrumdaymış gibi sallamalı, insanları çok içten dinliyormuş gibi gülümsemeliyim. ancak bu şekilde hayatta kalınıyor belli ki. zaten bunu çok önceden anlanış ve anlatmış wilco. bak ne diyor adamlar: -onlar yalnızlık diyor ama kavramlar arasında dağlar yok, yalnızlık için geçerli olan mutsuzluk için de öyledir.-

how to fight loneliness
smile all the time
shine your teeth to meaningless

and sharpen them with lie
s

başka çok güzel bir şey daha diyorlar ama bence onun konuyla doğrudan alakası yok.

1 Mayıs 2011

Bir Mim

Çok uzun zaman sonra ilk defa bir mim geldi bana bi sevindim, ben artık tamamen bittiğini düşünüyordum mim olayının ama birileri canlandırmış galiba güzel de olmuş çok da güzel iyi olmuş. İki süper blogger dostum Mega Süpersonik Sam ve Nepenthe topu bana paslamışlar ve demişler ki blog açmaya ne zaman karar verdin ne oldu da şimdi blogun var anlat bakalım bi hikayesini. Ben de iyi anlatayım o zaman dedim. Aslında pek de uzun bir hikaye değil gayet de sıradan. Şöyle ki; benim bloglarla tanışmam 2006 yılında gerçekleşti. Canım ciğerim süper insan bengisu bana bloglardan bahsetti ve kendisinin bi blog açtığını söyledi. Ben de tabi yazmayı seven bir insanım haliyle fikir çok hoşuma gitti. Kağıtlara yazıp onları farklı farklı kitapların arasına koymayı severdim önceleri ama o sistemin kötülüğü daha önce yazdığım bir şeyi dönüp dönüp okuma konusunda zorluk çıkarmasıydı ve ben hiçbir zaman düzenli bir insan olamadığımdan dosyalamak gibi sistemler bana hep fikir olarak mantıklı ama pratikte imkansız şeyler gibi geliyordu ki hala öyle geliyor. O yüzden blog olayı çok daha kullanışlı ve düzenli geldi. Yazdığım her şeyi tarihlerine göre arşivleyecek ve belki 3-5 kişi yazdıklarımı okuyacaktı. Sonra o zamanlar yazdığım blogum Yol Üstü Deniz'i açtım. 2 yıl kadar orada yazdım sonra bir gün nedendir bilinmez çok ani bi kararla o blogu kapattım. Hiç de pişman olmadım hala da değilim. Sonra şu an okumakta olduğunuz Uyandım, Saçmaladım adlı blogu açtım. İsmi çok uydurmadır. Blog açmaya karar verdiğimde aklımda bi isim yoktu ve o sırada aklıma gelen ilk şeyi isim yaptım bu çıktı ortaya. 2008'den beri yazıyorum burada ve evim gibi hissediyorum. Her zaman her şeyi yazmadığım ve bazı şeyleri açıkça anlatmadığım doğru ama canım istediğinde yazabileceğim bir yerin olması büyük rahatlık. Ve blogger sayesinde çok tatlı insanlarla tanıştım bir kısmıyla internet dışında da görüşmeye başladım. Okuduğum onlarca blogla bir sürü insanın hayatına seyirci oldum ve kendimi daha az yalnız hissettim. Benim gibi düşünen hisseden insanların varlıklarını gördüm ve onların desteğini hissettim. Şimdi benim için bir vazgeçilmez. Her gün reader'dan blogları okumak ve iyi kötü buraya bir şeyler yazmak olmazsa olmazlarım. Ve gerçekten çok seviyorum bloga bir şeyler yazmayı.