merhaba sevgili okur;
sonra hergün aynı yoldan yürüyorum hatta bazen gözlerim kapalı yürüyorum. aşinalığımın boyutlarını sana bu şekilde anlatayım; gözlerimi tamamen kapatsalar da her gün ama istinasız her gün yolumu bulurum. bazen düşünmüyor değilim uyurken yürüyebilen ve ulaşmak istediği noktaya varabilen canlılar olsaydık ne güzel olurdu diye. arada yolculukla geçirdiğimiz o gereksiz zamanı, yarım saat fazla uyumak için kullanabilirdik. ama ben ne bilirim, hayattan beklentisi yürüdüğü yol süresi boyunca uyumak olan bir insanım neticede, kendi kendmi bile ciddiye alamıyorum.
şu gözler kapalı yürümek mevzusuna gelince, o işin bir de başka bir hali var; bazen hiç bilmediğim sokaklarda, yollarda, binalarda da gözlerimi kapıyorum yürürken, bir nevi kumar. ne olacağını bilmediğim, neyin bana doğru geldiğini görmediğim belki ayağımın altında duran taşı fark etmediğim, müziği son seste açıp arabaların geliş gidişini duymadığım o birkaç dakikada kendimi karanlık bir boşlukta yürüyor gibi hissediyorum. o kadar huzurlu ki o boşluk belki 3 saniye sonra ölebileceğim, bir çukura basıp kafamı kaldırıma vurabileceğim, kocaman bir kamyonun önünde çöp bacaklı bir kukla gibi titrek durup ve bir anda binbir parçaya ayrılabileceğim gerçekleri beni rahatsız etmiyor. umrumda bile olmuyor. ölürsem de en azından son hissettiğim şeyin mutluluğa benzer bir şey olacağını bilmek içimi rahatlatıyor hatta. birkaç dakikalığına bile iyi hissetmek büyük bir riski almaya değer sanki. zaten genel olarak kumar davranışını düşününce başka bir sonuca ulaşmak mümkün değil. sonunda kaybetme ihtimalinin daha yüksek olduğu bir şeye insanların delice sarılması bana çok anlamlı geliyor artık. mantıklı diyemem belki ama anlamlı. önemli olan da anlam zaten. sonuçta insanlar ufacık bir umudun biraz beklentinin peşinde bir anda büyük servetler harcayabiliyorlar. ben de iki dakika düşünmemek, azıcık farklı hissedebilmek için hayatımı riske atabilirim. hayatım riske edilmeye değmeyecek bir değer taşımıyor zaten, ve bana sorarsanız kimseninki taşımıyor. çok sıradanız. her şey gibi. sahi ya sevgili okur bu sıralar bana her şey acı verici derecede sıradan geliyor. her şey çok olağan sanki. şaşırmayla ilgili bünyemde ne varsa bir yerlere göndermişim sanki. insanların mucize dediği şeylere, çok üzüldükleri şeylere ve haberlerde "korkunç" olarak nitelendirilen olaylara hep aynı anlamsız bakışla bakıyorum. evet ne var ki bunda diyorum içimden. ve "evet ne var ki bunda". eşssiz bir ana veya olaya tanık olma ihtimalimizin ne kadar az olduğunu düşününce her şey iyice normalleşiyor. düşünsene sevgili okur çok büyük depremler felaketler hatta nükleer santrallerin patlaması bile ilk defa yaşanmıyor. her şey daha önce yaşandı. insanlığın tanık olduğu her türlü kavga, her türlü savaş ve terör eylemi daha önce yapıldı. e o zaman bunda şaşıracak ne var. dünyanın her yerinde birileri ölürken birileri doğuyor ve bu durum bende kesinlikle bi mucize etkisi yaratmıyor. sanırım olayların oluş şekliyle ve sıradanlığıyla barıştım. çok büyük bir farklılık görene daha önce hiç yaşanmamış bir an'a tanık olana kadar da olaylara ve insanlara karşı olan bezginliğim, boş bakışlarım devam edecek. bir de gerçekten her türlü duruma uygun farklı bakış geliştirecek ve hepsini doğru yerde uygulayacak kadar çalışkan bir insan değilim. umrumda da değil. benim bakışlarım da kimsenin umrunda değil. olmasın zaten ne gerek var.
hadi hepsini geçelim sevgili okur, aklıma ne geldi biliyor musun? sakallı adam o şarkıda diyor ya "aşkın ne anlama geldiğini hala bilmiyorum" diye. ben de aynen o durumdayım. aşk nedir bir fikrim yok ama şu kadarını öğrendim ki aşk benim olduğunu zannettiğim şey değil. yine her zamanki gibi bir şeyin ne olmadığını bilip ne olduğu hakkında hiçbir fikir yürütmez bir halde buldum kendimi. aman neyse be sevgili okur hayatta bir derdimiz bu mu sanki. şarkı güzel ama şarkıya lafım yok. hem diyor ya bir de son zamanlarda ellerim bana ait değilmiş gibi geliyor diye. bazen ellerime çok uzun süre baktığım zaman, ama cidden böyle bir saat boyunca gözlerimi ayırmadan o zaman sanki başkasının ellerine bakıyormuşum gibi hissediyorum. zaten herhangi bir şeye çok uzunca bakınca ona yabancılaşmak gibi bir huyum var. kelime tekrarlama olayındaki mekanizma gibi sevgili okur. ellerim sanki yamuluyor onlara baktıkça ve ayak parmaklarım benden bağımsız var olmaya başlıyor gibi. insanın kendine ait bir şeye bu kadar kolay yabancılaşabiliyor olması bazen beni inanılmaz korkutuyor. sen yine de boşver sevgili okur bakma ellerine saatlerce. "nolcak kızım olsun olsun" diyen teyze geldi aklıma birden şimdi. ne dersem diyeyim "nolcak kızım olsun olsun" diye cevap veriyor. en azıdan her şeye uygun bir cevap bulduğu için tebrik etmek lazım teyzeyi. sonuçta hepimizin arayıp da bulamadığı şey değil mi cevap-lar.
aman böyle işte. söyleyecek bir iki lafım daha vardı ama onları da başka bir güne saklayalım sevgili okur. nasılsa buralardayız şimdilik, gözlerim kapalı yürüdüğüm bir gün ölürsem eğer sizin canınız sağolsun. söyleyeceklerim de yarım kalsın. zaten kim söyleyeceklerini tamamen bitirip ölüyordur ki? herkes biraz eksik kalır. ve her zaman söylenecek başka bir şeyler vardır. bir yerlerde hikayeler anlatılmaya devam etsin de gerisi mühim değil benim için. haydi hoşçakalın.
8 yorum:
hep aynı şehirde mi yaşadın bilmiyorum ama, ben ne yazık ki hep aynı şehirde yaşadım. yoları boş boş yürürken de aynen böyle düşünüyorum; saçma sapan düşünceler dolanırken kafamda, kendimi gitmem gereken yerde buluyorum.
birkaç dakikalığına iyi hissetmek için çok büyük riskler alınabilir bence; mesela birkaç dakika gerçekten mutlu olmak için...zaten daha fazlası mümkün değil.
lafı uzattım ama, umarım Haneke'nin yedinci kıta adlı filmini izlemişsindir.
evet hep aynı şehirde yaşadım ve hep aynı şehirde yaşamak bazı sokaklarda yürürken hep aynı şeyleri düşünmene neden oluyor bir de. bi şehri fazla tüketmemek mi lazım acaba bilmiyorum. sonra ne bileyim sokaklarda yürürken uyumak isteği geliyor bazı bazı. aşinalığı sevsem de fazlası zararmış galiba.
mutluluk öyle bir şey galiba. kısa süren bir şey yani. ve çok çok az bulunan o yüzden riske edilebilir her şey. bir de ne bileyim risk güzel bir şey.
Haneke'nin yedinci kıta filmini izlemedim. izlemeli miyim? eğer kesinlikle izlemeliysem bugün izleyebilirim mesela.
Ne zaman "çok mutlu olduğum bir gün intihar etmek istiyorum" desem arkadaşlarım saçmaladığımı düşünüyor... Mutlu ölmeyi istemek bencillik mi acaba?
şehri fazla tüketmemek lazım, ben kendimce bu sonuca vardım.
yedinci kıta'yı kesinlikle izlemelisin.
seni çok iyi anlıyorum süpersonik dostum. ben de düşünürüm bu tarz şeyleri. sonra aklıma joel geliyor. çok mutluyum clem şu anda ölmek istiyorum diyişi falan. yalnız değiliz, insanlar bunu hissediyorlar ve genelde çok mutsuz olan insanlar için öyle anların ne kadar kıymetli olacağını ancak hayatı boyunca bunu çekmiş biri anlayabilir. yani başkaları da anlayabilir tabi ne bileyim ergen edebiyatı yapmamayım şimdi.kısacası ben seni anlıyorum demek istiyorum ama gereksiz yere uzattım =) ve bence kesinlikle bencillik değil niye olsun.
çok merak ettim yedinci kıta'yı. zaman kaybetmeden bi izleyivereyim. yorumlarımı paylaşırım seninle. konuşuruz üzerine .
yazdıklarını okurken birden aklıma geldi. ama mutluluk verici bir film değil, o kadar söyleyim sadece. tabiki konuşuruz.
"aşk benim olduğunu zannettiğim şey değil" müthiş bir cümle o kadar güzel söylemişsin ki ağzına sağlık .bundan sonra takipçinim ...sevgiler
Yorum Gönder