23 Haziran 2010



I'll always love you even if you're enourmous even if it takes months for you to lose this weight, a year. Even if you gain more weight after having the baby, even if you you gain so much weight that i can't find your vagina. I will love you even if i can't find your vagina.


21 Haziran 2010

Şarkılar



Şimdi benim canım sadece buraya bu şarkıları koymak istiyor. Ve şarkıları herhangi bir şeyle ilişkilendirmeyeceğim. Bazen üzerine kafa yormak zorunda olmadığım şeyler hissettiriyor şarkılar bana. Düşünceden önce gelen duygular, oldukça fiziksel hatta; boynumda, karnımda hissedebiliyorum. Bazen gözlerimde. Bazen de yoruluyorum kendi kafamın içinden ve müzik susturuyor sesleri. Öyle olsun.




Gök gürültüsünün sesini güzel bulmaya başladım. Sanırım insanlar birazcık da olsa değişebiliyor. Her gece gök gürlüyor neredeyse. ve köpekler aynı anda havlıyor.

17 Haziran 2010

Sürekli Yol Sorulan İnsan Olmak

İnsanların bana sürekli yol sormalarına alıştım. Oldukça olağan bir durum haline geldi hatta. Herhangi bir sokakta ben dahil 3 tane insan var diyelim yol sormak isteyen kişi o iki insanı es geçip bana yol sorar, bu hep böyledir. Yabancısı olduğum yerlerde bile inatla beni bulurlar. İşin garip tarafı ise dünya üzerinde yön duygusu en zayıf insanlardan biri olmam. Kendi yolumu kaybolarak, uzatarak bir şekilde bulurum ancak bir insana doğru yol tarif edebilmem imkansıza yakındır. Benim tarif ettiğim yolda ya kaybolurlar ya gereğinden fazla yürümek zorunda kalırlar, sonra küfürleriyle kulaklarımı çınlatırlar. Fakat inatla benden tarif isterler. Bir arkadaşım "her yol sorandan 1 lira alsaydın şimdiye zengindin" şeklinde bir açıklma bile yapmıştı ki gerçekten bundan sonrası için değerlendirmeyi düşündüğüm bir fikir bu zira işsizim, girişimci ruhum(!) sayesinde kısa yoldan para kazanmanın peşindeyim. Her neyse ben bu duruma alışmışken geçenlerde olay bambaşka bir boyuta taşındı. İki farklı insanla çok garip iki deneyim yaşadım. İnsanlar artık bende sadece yol bilen değil HBB (her boku bilen) insan tipi görmeye de başladılar. Ya da insanların soru sormaya çekinmelerini engelleyen bir takım özelliklere sahibim. Yüzümde bir ifade var bence benim ve insanlar soru sormaya çekinmiyor. Kimseyi tersleyecek bir tip yok bende herhalde. Neden bu da olabilir. Neyse gelelim olaylara;

İlk garip insanımız bir teyze. Kızılayda yürürken önce sıradan bir yol sorma olayı yaşıyorum zannederek pek sallamadım kendisini, üçler dersanesi sordu tarif ettim -en azından onun yerini gerçekten biliyordum.- Sonra kadın bana dersanenin eğitimini,mehmet tunçla ikisi arasında kaldıkalrını ve hangisinin daha iyi olduğunu falan sordu oğlunun fenci olduğunu, işte bu öss işlerinin pek zorladığını anlattı. Çok şükür hepsine verecek bir cevabım vardı. O noktada teyzeyi büyülediğimi hissettim. Hem yolu tarif et hem dersanenin içini dışını anlat, Mehmet Tunç'un garip bir adam olduğu bilgisini bile paylaş. Sonra kendimden emin gönderin teyzecim oğlunuzu dedim -ben kim oluyorsam, bana neyse-. Teyze de teşekkür ederek yoluna koyuldu. Anlayamadığım şey bir insanın böyle soruları herhangi birine hiç çekinmeden sorabilmesi. Hadi bir insana yol sormak bi derece anlaşılır ama yoldan geçen adamı dersanenin iç işleri hakkında soru yağmuruna tutmak nedir. Bu teyze gene şanslıydı ki benim gibi bir HBB ile karşılaştı. İşte benim şüphelendiğim de insanların yüzüme bakarak bende bunu görebiliyor olmaları. Ya da o melül ifade, bakışlarım sorunlu benim. evet kesin öyle.

İkinci garip insanımız ise bir amca. Amca biraz fazla olabilir belki amcadan daha genç görünüyordu ama ben kendisini amca kategorisine yerleştirdim. Bilkent durağında oturmuş müzik dinliyorum. Kulaklıklar falan var yani, zaten insanların kulaklığı olmayan insanlara bir şey sormak yerine müzik dinleyen insanları rahatsız edip o kulaklığı çıkartmak zorunda bırakarak soru sormalarına da hiç anlam verememişimdir. Yukarıda anlattığım gibi herhangi bir yerde kulaklığı olmayan 4-5 insan olsun ve ben kulaklığımla olayım gene bana soruyorlar. Neyse bu amca durdu ve diyalog şu şekilde gelişti

-Pardon bir şey sorabilir miyim?
-Kulaklığı çıkararak; tabi.
-Şimdi ben lise mezunuyum, turizm acentelerinde çalışmak istiyorum, ne yapmam lazım biliyor musunuz?
- Boş bakışlar--- bilmiyorum.
- Buralarda bildiğiniz acenta var mı?
-Yok.
-Yani işte ben lise mezunuyum turizm işinde çalışmak istiyorum.
-Sessizlik.
-Turizm bakanlığı balgattaydı değil mi, biliyor musunuz?
-Gerçekten bilmiyorum.
-Peki siz hangi bölümde okuyorsunuz?
- Ne alaka bakışları- okumuyorum mezunum ben.
-Ama hangi bölüm.
- te allaım ya bi git bakışları. psikoloji, hı hı.
-Ne güzel, iyi günler size.

Evet bu amca da beni bilirkişi sanan insanlardan biriydi, lise mezunlarının turizm acentasında çalışmak için ne yapmaları gerektiğini bildiğimi düşünmesi oldukça ilginçti. Hayatım boyunca dışarda tanımadığım biriyle yaptığım en garip konuşma bu olabilir. Amca bana lise mezunuyum dediği anda zaten bi vücudum attı, ne alaka ya bakışlarımı 50 metre öteden görebilirdiniz. İşte benim hayatıma anlatılacak bir olay kattıkları için bu teyze ve amcaya teşekkürlerimi iletiyorum. Gariplikleriyle bir blog postu haline gelmeyi bile başardılar. Bu da böyle bir anımdı şeklinde anlatacağım anılar kazandırdılar bana.

Ben de hayatıma hergün sorulan yolları, mekanları, çeşitli konulardaki genel geçer bilgileri cevaplayamayarak devam etmeyi planlıyorum. Ya da yol sorandan 1 lira, çeşitli konularda bilgilenmek isteyenlereden 2 lira, hayatın anlamı gibi derin konular hakkında sorular soranlardan ise 3 lira alarak, zamanla bunu tam zamanlı bir iş haline getirip herkesin gıpta ile baktığı bir başarı hikayesine dönüşerek pek mühim bir insan olmayı hayal ediyorum. Mottom da "her sorunun bir cevabı vardır doğruluğu hakkında garanti vermem mümkün değildir, yersen. " olacak. Hadi bakalım

3 Haziran 2010

Okul Bitiyor, Dünya Dönmeye Devam Ediyor. Böyle Bir Şey İşte.

"it was the best of times, it was the worst of times"

Bu yazıma okumadığım bir kitabın ilk cümlesiyle başlamak istedim çünkü hayatımın son dört yılını daha iyi daha kısa anlatabilecek başka bir cümle yoktu. Gerçekten yaşamımın en güzel ve en kötü zamanlarını geçirdiğim üniversiteye veda ettim. İçime bir öküz oturdu yalan değil; aslında o kadar üzgünüm ki ancak bu kadar üzgün olduğum zamanlarda hissettiğim hiçbir şey hissedememe durumuyla cebelleşiyorum. İnsan geçen zamanın, anıların, kısacık anların ve kocaman duyguların arkada kalışını buruk bi şekilde izlemek zorunda bırakılıyor ne yazık ki, zamanın bizlere en büyük kazığı galiba bu. Son günlerde düşünüyordum da dört yıl insan hayatında aslında ne kadar kısa bir zaman dilimi ve bir insanı tanımak için ne kadar uzun. Bugün üniversiteye veda ederken okulun ilk gününden beri yanımda olan, birlikte büyüdüğüm bir arkadaşımı da yolcu etmek zorunda kaldım. Onun gidişi büyüdüğümü yüzüme yüzüme çarpan en önemli işaretlerden biriydi. Zaman geçtikçe hayatımıza ne çok insan giriyor ve ne çok insanı yolcu etmek zorunda kalıyoruz değil mi? Ve bu akşamın cevabı belki de en tartışmalı sorusuyla yani "Gitmek mi zor kalmak mı?" ile yüzleştiğimde aklıma ilk gelenin "kalmak" olması da tamamen bu yüzden. Gitmek ekstra bir çaba gerektirken ve dikkatini ayrılışın acıtan doğasından başka şeylere çekerken kalmak tüm gücünle ayrılmaya odaklanmana neden oluyor. Sevmiyorum geride kalmayı ama niyeyse hep kalıyorum belki hayatımda artık giden olmam gereken bir zamana geldim. Neyse.

Bazen bazı insanlar sonsuza kadar dibimizde dursunlar, hiçbir yere ayrılmasınlar isteriz ama bu çoğu zaman gerçekleşmez. Ve biz çoğu zaman sevdiklerimizi uğurlarız, göndeririz, onlara veda ederiz. Fiziksel olarak ayrılmak zorunda kalırız bunu istediğimiz için değil hayat zorladığı için. Sonra bir an gelir bazı bağların fiziksel yakınlıktan daha derin, daha kopmaz olduğunu fark ederiz. İşte ben bunu fark ettiğimde, hayatımda böyle insanların var olduğunu bildiğimde kendimi daha az yalnız hissederim. İsterse arada binlerce kilometre olsun sen o kişiyi yakında hissediyorsan o yakındır. Düşüncelerinde ona ulaşabileceğini hissettiren, komik bir şey olduğunda ona söyleyemeyecek olsan da aklında biriktirip hepsini aradan bir gün bile geçmemiş gibi anlatabildiğin insanlardır hayatı yaşanılır kılan. Takılıp düşerken, hayatta kalmaya çalışırken okullar okuyup işler ararken, severken, kalbin kırılırken ve bunların hepsini tek başına yaşaman gerekirken arada aldığın molalarda sadece varlıklarıyla yüzünü güldüren insanlardır onlar. Zaten gerisi oldukça boş. Özellikle bugünlerde gittiğimiz yollar üstüne çok düşünüyorum, başarı başarısızlık, iş, kariyer, evlilik, emeklilik vesaire. Herkesin olması gerekenlerle ilgili acayip düşünceleri var ama özellikle son zamanlarda yaşadığım şeyleri de göz önüne alarak diyorum ki; iyi bir hayat için "yapılması gerekenlerin" hiçbirini yapmaya gerek yok. Öldüğümüzde kimse bizim not çizelgemizi ya da çeyizin için mutlaka alman gereken yemek takımını hatırlamayacak. Dilerim hatırlamasınlar. Yaşamak başka bir şey ve bunun başka bir şey olduğunu anlayan insanlara sahip olduğum için de şanslıyım. O kadar küçük ayrıntılarda gizli ki bu samimiyet; belki hayatın tüm amacı, ulaşmamız gereken hedef birileriyle bu samimiyeti kurabilmektir, bilemiyorum. Çok saçmaladım farkındayım, kafam kazan gibi. Sadece kendimi körebe oynuyormuşum gibi hissediyorum, gözlerim kapalı; beni bir yere bırakmışlar, yolumu bulup bulamayacağım belli değil. Bundan sonrası kocaman bir muamma. Büyümek bana iyi gelmiyor, çok karışıyor aklım ama kesin olarak bildiğim şeyler de var, o konularda şüphem yok. Bundan sonrasının kolay olmayacağını biliyoruom mesela, önümde başka bir hayat olduğunun da farkındayım ve bir arkadaşımı bir süre için çok özleyeceğimi biliyorum ama onun bir parçasını benliğime eklediğimin de tamamen ayrımındayım. Dileyelim ki güzel olsun her şey, doğru seçimler yapalım hayatta. en öenlisi de o.