29 Şubat 2008
Neler Yapmış "İnsanlar"
Bu akşam otobüsteyken aklıma eski bir şeyler geldi.Kurban'ın İnsanlar albümünün çıktığı zamanlar benim hayatımın en boktan zamanlarıydı.Her şey sürekli kötü gidiyordu arkadaşlarımla aram kötüydü okuldan nefret eder olmuştum bu yüzden hergün okula gitmek işkence gibi geliyordu.Kendimi gerçekten berbat hissediyordum hani öyle zamanlar vardır akşam gelsin de uyuyayım diye geçer içinizden sürekli, yaşamaktan alınan zevk eksilere düşer sadece yapmak zorunda olunan işleri yapıp biran önce uyumak ve sonra da hiç uyanmamak istersiniz.İşte benim de hayatımda böyle bir dönemim olmuştu.Ha şimdi dönüp baktığımda çok manasız geliyor kendimi boşuna bu kadar üzmüşüm diyorum ama insan olayları yaşarken dışardan bakamıyor kendisine,zamanla çok şey değişiyor oysa.İşte İnsanlar albümünün çıkışı bu zamana tekabül ediyor.Acayip bir Kurban ve Deniz Yılmaz sevgisine sahip olan ben için o zaman hayatımdaki tek iyi şey İnsanlar albümüydü.Arkadaş olmuştuk o albümle gerçekten.Bunu çok içten söylüyorum İnsanlar albümü benim arkadaşımdı,sadece onu dinliyordum baştan sona tekrar tekrar.Uyurken bile açık kalıyordu.İstinasız her şarkı üzerine uzun uzun düşünmüştüm ve bu albümde Deniz'i üzen bir şeyler olduğunu biliyordum.Bazı şarkılarda birbirine benzer sözler,bir hayal kırıklığı,bir aldatılmışlık,giden biri vardı.
Özledim derken aslında başkası geçermiş aklından
dostça kal gitmeden
artık gülmüyorsam bir nedeni vardır
artık sevmiyorsam bir nedeni vardır.
Sessizce aldatılmış,zavallı ezik bir ben
Hergün kahrolup eriyip tükendiysen
Yalan sevinçler yalnızlığı gizlerken
Aramaktan sıkıldım seni yine
Adın saklı nefesimde
Bunları dinledikçe zaten depresif olan düşüncelerimle Deniz'i üzen bir insan olduğunu hayal etmiştim,biri üzmüş bu çocuğu çok kötü üzmüş hem de ona kötü bir şeyler yapmış derdim.Buna inanmıştım aslında.Ve bu kişinin bir kız olduğunu düşünüyordum haliyle,yani aslında şarkı ya da yazı yazmak için bir yaşanmışlık olmasına gerek yok insanlar kurgular da ,olmayan şeyleri de yazarlar,olmasını istediklerini ya da çevrelerindeki insanların hayatlarını kullanırlar.Tüm bunlara bilmeme rağmen ben emindim bir kız vardı onu üzen,ve bunalımdaydı Deniz Yılmaz da.Bunca duygu yüklü şeyi yazabilmesi ancak böyle mümkün olabilirdi.Sonra ben bu hayali kıza çok sinirlenmiştim,hep söylerdim bir bulsam o kızı saçını başını yolup duvarlara çarparım kafasını diye(içimdeki şiddete bakın)Nasıl üzebilir bu kadar muhteşem bir insanı.Nasıl yapabilir bunu diye düşünürdüm aklım almazdı.Melek gibi bir adam sonuçta(hayranlığın boyutlarına bakın).Bir yandan sinirlenir bir yandan da bu kadar muhteşem şarkıların yaratılmasına katkısı olduğunu düşünüp bu kıza olan sinirim biraz azalırdı.Ama yine de melek gibi bir adama bu kadar kötülük yapılamazdı.Ben şarkıları dinlerken o mutsuz yüzü gelirdi gözlerimin önüne,üzülürdüm.Kendi derdim yetmezmiş gibi.Ama o kadar içselleştirmişim ki bu albümü ben,benden bir parça gibi olmuştu.Hala ara sıra aklıma gelir dinlerken o düşüncelerim, aslında hala benzer şeyleri düşünüyorum bu albümde bir hüzün, bir yalnızlık, bir aldatılmışlık,insanlara öfke,yalıtılmışlık duygusu var.Sadece sözlerde değil müzikal olarak da böyle.Hayatımın o kötü dönemine ait olmasına rağmen İnsanlar albümü bana o korkunç zamanları hatırlatmıyor,o zamanı atlatmamada ne kadar yararlı olduğunu,bana ne kadar arkadaş olduğunu hatırlıyorum.Düşüncelerimi ve sinirimi başka yönlere yöneltmeme yardımcı oldu.Deniz Yılmaz'ı üzen bir insan var mıdır bilmiyorum ama varsa eğer ona hala sinirliyim:)Ve Deniz Yılmaz bu kadar muhteşem bir müzik insanı olduğu için onu çok seviyorum,askerden dönse de güzel sesini duysak bir canlı canlı diyorum.Bu yazıyı yazarken yine bir sevgi patlaması yaşadım kendisiyle ilgili bir anımı paylaşmak istiyorum çok içimden geldi:)
Bir kurban konserinde birileri Zorba diye bağırdı zorbayı çalın manasında.O da durdu baktı şöyle şaşkın bir ifadeyle zorbayı çorba anladı .Çorba mı? çorba ne lan bizim Çorba diye şarkımız var mı dedi şöyle Kerem'e dönüp,güldü.Bir de soundcheckte rapçilerle dalga geçişi vardır ki pek tatlı olur.Yeşil penalı güzel insan,özledik,özledim:)
28 Şubat 2008
Bilgisayarlar,hastalıklar
25 Şubat 2008
Büyük Balık Rüyanda Bulurmuş Seni
Uçuşan bir elbise alacağım koyu kırmızı ve açık mavi tonlarda.Uçuşan, çok hafif bir elbise,büyük balığım rüyalarımda beni bulana kadar giymeye devam edeceğim.Uçuşacak elbisem rüzgarda,büyük balık geldiğinde göreceğim,belli belirsiz değil bu sefer hiç görmediğim kadar canlı olacak.Zaman da durur,ayakkabısız yaşamaya başlarız belki.
23 Şubat 2008
Sabaha kadar dans dans dans:):)
Herkesin eğlence anlayışı kendine ama bana çok uzak bu.Bir ritim duygumun var olduğuna inanıyorum buna rağmen dans etme yeteneğine sahip değilim.Kendimi garip hissediyorum,dans etmeyi ta en baştan komik bulduğum için bir türlü içselleştiremiyorum bu dans olayını.Sevemiyorum, kısacası o taraklarda bezim yoktur.Ben sakin kendi halinde elini kolunu normalde nereye koyacağını bilemeyen bir insanım dans benim neyime yani.Ama izleme konusunda çok başarılıyım.Jüri üyesi bile olabilirim.
Zaten şu hayatta doğru düzgün hiçbir yeteneğim yok.Süper güçlerim var diye dalga geçiyorum da yani dünyanın en ezik süper güçlerine sahip süper kahraman olabilirdim.İtiniz yerine çekiniz kullanarak kapıyı açmaya çalışma süper gücü ya da hiçbir zaman olması gereken anda söylenmesi gereken sözleri bulamama süper gücü.Böyle bir kahramanı kim istemez hayatında:) Komik dans eden insanlara dandik diyene kadar kendime bakayım bi değil mi ama asıl dandik insan benim de haberim yok,ruh eşi falan da hikaye zaten:)
21 Şubat 2008
Push Your Head Towards The Air
if i lay face
down on the ground,
would you walk all over me?
have we learn't
what we set out to learn?
well then love we will see.
now dont drown in your tears, babe
push your head towards the air.
now dont drown in your tears, babe
i will always be there.
when you fall and you,
can't find your way,
push a hand up to the sky.
i will run just to,
to be by your side,
dont you ever bat an eye.
now dont drown in your tears, babe
push your head towards the air.
now don't drown in your tears, babe
i will always be there
"but i will tear the price from your head,
and keep you from harm" thats what you said.
theres people climbing out of their cars
lining the roadside,
try to glimpse at the dead.
now dont drown in your tears, babe
push your head towards the air.
now dont drown in your tears, babe
i will always be there.
Bir Editors şarkısı olur bu arada kendileri...
20 Şubat 2008
Sweeney Todd: The Demon Barber of Fleet Street
Bir filmi vizyona girdiği ilk gün izlemek için çaba harcamak ve bunun için heyacan yapmak çok güzel bir şey.Yüzüklerin Efendisi serisinden beri ilk defa bir filmi ilk gün izleyeceğim için çok heyecanlandım,cuma erkenden aldım biletimi ve acayip bir heyecanla girdim salona.Cem Yılmaz'ın iğrenç filmin fragmanı bile beni sinirlendirmedi.Odaklandığım tek şey Sweeney Todd'du çünkü.Yine de sinemada fragman izlemeyi seven bir insan olarak bir kez daha o saçma filmin fragmanını görürsem bayılacağım.Neyse konumuza dönelim Film başladı ürkütücü bir müzikle kanın yol alışını izledik yavaşça, Tim Burton'ın adını gördüğümde kalbim hızlı hızlı atmaya başlamıştı çoktan.Aklımda bir sürü düşünceyle birlikte filmin bence muhteşem olan giriş sahnesi başladı.Karanlık ve ürkütücü bir hava ve kasvetli bir gemide Johnny Depp ilk göründüğü anda, "bu adam karizma konusunda aşmış" diye düşündüm bir kez daha.Güzel şarkı söyleceğinden de şüphem yoktu zaten -müzikle uğraşan bir insan sonuçta-,ve yanılmadım da şarkı söylemeye başladığı ilk an benim heyecanım iyice katlandı,güzel sesiyle ve kendisine pek yakışan ingiliz aksanıyla No Place Like London'ı söyledi.Sweeney Todd'un Mrs.Lovett'ın börekçisine girdiği sahne ise filmin en neşeli yerlerindendi.Worst Pies in London diye bilinen Mrs.Lovett'in börekleri gerçekten görünüş olarak da bu savı destekler nitelikteydi.Mrs.Lovett'in şarkısı,tüm film boyunca sözleriyle en çok güldüren iki şarkıdan biriydi bence.Mrs.Lovett demişken tam bu noktada Helena Bonham Carter bahsetmezsem ayıp olur.Bir insan bir role bu kadar mı yakışır,bu kadar mı şirin olur,çok çok iyiydi.Johnny Depple uyumları zaten mükemmel.Özellikle Sweeney Todd'un öldürdüğü insanları börek yapma konusunda uyuşmaları ve bunu büyük bir eğlence olarak kutladıkları sahnede resmen oyunculuk adına bir zirve izledik.Sweeney Todd'un Yargıç Turpin'i elinden kaçırdıktan sonra geçirdiği sinir krizi ve oradaki tek kişilik şovu inanılmazdı.Filmin kilit noktlarından biri o sahne aslında.O ve daha sonra insanları börekte kullanmaya karar verdikleri sahne.Olaya farklı bir açıdan bakarsak,tüm bu olayların nedeni o dönem Londrasındaki sınıf farkları.Benjamin Barker'ın sıradan bir berber olması ve üst tabakadan olan bir yargıçın sözüne boyun eğmek zorunda kalmasıyla tüm hayatını kaybetmesi.Orada yapılan konuşmalardan Sweeney Todd'un bu adaletsizlikten nasıl nefret ettiğini anlayabiliriz.Dünyada iki tür insan vardır deyişi,daha sonra biz ayrım yapmayacağız herkesi öldüreceğiz diyişi,adaletsizliğe olan siniri,onu katil olmaya iten nedenler aslında bunlar.Güzel bir sosyal eleştiri de var aslında burada.Zaten aslında sırf bu nedenler yüzünden film boyunca bir katilden nefret edemiyoruz,ona içten içe hak veriyoruz.Çünkü bu bizim hayatımızda da yaşadığımız bir şey,belki katil olmuyoruz ama isyan ediyoruz,eşitlik istiyoruz. Tabi ki bir de işin psikolojik boyutu var ki orda da Sweeney Todd kaybedecek bir şeyi olmadığını düşünüyor,sahip olduğu her şeyi kaybetmiş zaten ve ayrıca yargıçtan almak istediği intikam var,bu intikam duygusu o kadar güçlü ki bir anlamda intikamını tüm insanlardan alıyor.Bu nedenlerdeki Sweeney Todd hikayesi saçma bir seri katil öyküsü değil.Geri planında önemli şeyler var. Ve tabi ki Sweeney Todd'dan nefret edemememizin bir diğer sebebi de Johnny Depp:) Bu sosyal ve psikolojik analizlerden sonra,yeniden yüzeyde dolaşmaya devam edersek;benim için filmdeki en güzel sahneler Mrs.Lovett'in hayalleridir.Bu kadar batağın içindeyken,bunca şey olup biterken hala deniz kenarında arkadaşlarını ağırlamayı düşünmesi gerçekten ilginç ve aslında ne kadar da normal.İnsan işte, ne olursa olsun insan hayalleriyle yaşıyor.Bu renkli hayallerdeki mekanlara aşık olduğumu söylemek zorundayım.Tim Burton'ın en iyi yaptığı şey,konu hayaller olunca hep içinde olmak istediğimiz dünyalar yaratıyor.Bu hayaller boyunca Johnny Depp'i dikkatli izlemek lazım kendisi konuşmadan duygular nasıl anlatılır dersi veriyordu resmen.Zaten Tim Burton bir ropörtajında "Johnny'de sevdiğim şey her şeyi konuşmadan anlatabilmesi" demişti.Ne demek istediğini bu filmde çok daha iyi anladık hep beraber.Johnny Depp'in oyunculuğundan bu kadar bahsedince aklıma akademi ödülleri geliyor tabi ki.Bu yıl Johnny Depp'in o osacarı aldığını görmek istiyorum.Üçüncü adaylığında artık zamanın geldiğini düşünüyorum.Ama ben bir akademi üyesi olmadığıma göre benim düşüncelerimin pek bir önemi yok:)Filmdeki inanılmaz müziklerden de bahsetmek lazım.Bazı insanlar filmi müzikal olduğu için beğenmemiş.İnanasım gelmiyor.Bu film müzikal olmak için yaratılmış:)Asıl müzikal olmasaymış eksik kalırmış.Çok güzel şarkılar vardı gerçekten ve her oyuncunun şarkıcılık performansı son derece iyiydi.Johnny Depp ve Alan Rickman'ın karşılıklı söylediği Pretty Girls şarkısı mesela ve Johnny Depp ile Anthony'inin beraber söylediği Johanna en akılda kalanlar oldu.Filmin sonu da olması gerektiği gibi olmuş.Böyle bir öyküye böyle bir trajedi sonu yakışırdı zaten.Ayrıca Sweeney Todd'un başta söylediği hepimiz ölmeyi hek ediyoruz fikrinden başka bir sonuç çıksaymış olmazmış.Sweeney Todd ölmeseydi olmazdı mesela, ya da Mrs Lovett.Yargıç da mutlaka ölmeliydi.Adalet öyle sağlanabilecekti ancak.Ama Sweeney Todd'da ölmeliydi o da masum insanları öldürdü.Mrs.Lovett yalan söyledi.Aslında hepsi ölmeyi hak etti bir şekilde.Bir tek Lucy belki ölmeyi hak etmemişti o da yanlış zamanda yanlış yerde olmanın cezasını çekti diyelim.Sonunda aslında en saf en temiz insanlar ölmediler,Johanna ve Anthony.Uzaktan birbirlerini seven ve büyük günahlar işleyecek kadar yaşları olmayan bu iki genç özgür kaldılar.Onların hikayesinin nasıl devam ettiğini öğrenemiyoruz.Çünkü asıl hikaye bittikten sonra oraya geri dönememize gerek yok.Onların ölmediğini bilmemiz yetiyor sadece.Ve filmde bitiyor bu şekilde.Ben de uzun zamandır beklediğim bir filmi izlemiş ve beğenmiş olmanın verdiği keyifle çıkıyorum salondan.Pazartesi günü bir kez daha izliyorum,yine heyecanla.Daha bir dikkatli izledim ikinci izleyişimde.herkese de bir kez daha izlemelerini tavsiye ederim.Ve ben filme 10/10 veririm.
Müzikleri de paylaşmak isterim.En sevdiklerim bunlar:
No place like London
Johanna
17 Şubat 2008
Dancing In The Moonlight*
-Kar yağsın hep,dün geceden beri hiç durmadan yağıyor, bu şehir daha bir güzel oluyor ve biraz daha soğuk.Karanlık havaları neden bu kadar sevdiğimi bilsem bir de.Bilmiyorum.
-Karlı pazar gününe yakışan şarkı:Van Morrison-Astral Weeks
-Üniversiteler neden kar tatili yapmıyor.Ben bu karda yarın o dağın tepesine nasıl gideceğim,sorarım.Aslında okulum da pek güzel olur kar yağınca,ama o yol yok mu o yol.
-Bu dönem okul çok zor ve ben bu dönem okuldan iyice soğumuş durumdayım.Çok fena şeyler olacak.Okula gitmemek için daha ilk haftadan bir sürü bahane uydurdum.Ama böyle gitmez bu iş,çok zor bu dönem,hazırlıklı olmak lazım.Tek sevdiğim ders sinema dersim olacak,tabi ki onu silmek zorunda kalmazsam.Silmek istemiyorum,şu okulda beni heyecanlandıran tek şey sinema dersi bu dönem.
-Uyku beni terk etti.Ne olacak böyle,bilmiyorum.Uyumak istiyorum üstelik ben,huzursuzluktan başka bir şey vermiyor insana uyuyamama durumu.Bir yatakta uyumadan saatlerce yatmak kadar da büyük bir işkence yok,hayatımda en sevdiğim şeylerden biri olan kahveyi de artık neredeyse hiç içmiyorum.Ne biçim hayat bu.Uyku yok,kahve yok,okul var hergün.
-Bon Jovi İstanbul'a gelebilirmiş bu yaz.Dileklerim gerçek mi oluyor ne?Ama onlar gelirde ben gidemezsem konsere ,kendimi yüksek bir yerden aşağı paraşütsüz bırakırım.Görmem lazım dünya gözüyle.
-Kışı ve karı çok seviyorum ama yaz gelsin.Plan çok bu yaz için heyecan yaparım ben böyle:)
*alakasız başlık
16 Şubat 2008
Kar Tanesi
Kapadım gözümü her yer siyah,görmedim hiçbir şey.
Her şey yerli yerindeydi oysa karanlıkta,
bir ben yanlış.
Gözümü açtım sonra her yer beyaz,
Her şey yerli yerinde hala,peki ben nerdeydim,
Yolumu bulmam için mi seçmişti beni kar tanesi.
Kar tanesi,beyaz,çok beyaz...
Üşüdüm,diğer kar taneleri yüzüme değerken uyandım,
her şey yerli yerinde,her şey siyah.
Ben hala yanlış,yersiz...
Kar tanesi kaybetmiş yolunu, kayıp,gereksiz...
Müdür Baba-Dede
14 Şubat 2008
Filmler,Filmler...
The Doors,Beklentilerimi karşılamayan bir film olduğunu söylerek sözlerime başlayayım.Beklentilerim çok yüksekmiş belki de.O kadar çok insan bu filmi övüp şöyle böyle dedi ki ben de haliyle göreceğim şeyden çok memnun kalacağımı düşünmüştüm.Öyle olmadı.Yani filme asla kötü diyemem bir kere Val Kilmer Jim Morrison rolünde kelimenin tam anlamıyla devleşmiş.Sırf onun muhteşem oyunculuğu için bile izlenir zaten,adeta Jim Morrison'ı oynamamış Jim Morrison'ın ta kendisi olmuş,muhteşem.Val Kilmer'ı da çok severim zaten:)Filmin beğenmediğim yönleri The Doors'un gelişim sürecini çok aceleye getirmesi,Pam ve Jim aşkının üzerinde gerektiği gibi durmaması.Çünkü Pam,Jim Morrison'ın hayatının bu şekilde yönlenmesinde en çok etkisi olan insan,onların farklılıkları,ve aşklarının büyüklüğü üzerinde çok durulmamış.Yeteri kadar durulmamış desem daha doğru olur belki.Her şeye rağmen The Doors'u ve Jim Morrison'ı seviyorsanız izlemenizde fayda var.Ayrıca Val Kilmer'ın performansı da görülmeye değer. 6/10
I'm Not There:Bob Dylan'ın hayatının farklı dönemlerini anlatan değişik bir film.Evet değişik doğru kelime,Bob Dylan'ın saçları kadar karışık aslında.Ama sanırım fazlasıyla karışık bir adamın hayatı bu şekilde anlatıldığında daha etkili oluyor.Anlatım biçimi anlatılan durumu simgeliyor bir anlamda.I'm not there'in en güzel özelliği birbirinden yetenekli oyuncuları aynı anda Bob Dylan olarak izlememize imkan vermesi.Christian Bale ve rahmetli Heath Ledger gerçekten çok başarılılar.Cate Blanchett'i herkes çok beğenmiş bu filmdeki performansıyla ama ben beğenmedim.Kendisi bu filmdeki rolüyle en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında oscara da aday olmuş.Bilmiyorum yani ben sevemedim bu filmde,genelde de sevmem zaten:)Oldukça uzun ve izlemesi zahmet gerektiren bir film ama izlendiğine değiyor,ve tabi ki yine Bob Dylan'ı seviyorsanız onun şarkılarını bir de hayatını izlerken dinleyeyim diyorsanız tavsiye edilir.Ayrıca Bob Dylan gerçek bir şair.7.5/10
Ve son olarak The Notebook:The Notebook için ne desem az.Yani objektif olamayacak kadar çok sevdim.İzlemeden önce de biliyordum seveceğimi zaten.Romantik filmlerin benim üzerimde garip etkileri vardır.Bu da zaten olabilecek en romantik filmlerden biriydi sanırım.Ryan Gosling çok yetenekli,çok hoş.Filmin konusu ayrı bir güzel.Klişe belki biraz ama klişe olan her şey kötü olmak zorunda değildir.(ve evet klişe olan şeylerin çoğu kötü ama hepsi değil:))Film ayrıca mekanlar ve görsellik konusunda da çok tatmin edici.Başka bir şey dememe gerek yok çok süper bir film favorilerim içinde yerini aldı,yine de mutsuz bir zamanınızda izlemeyin derim çok fena yapıyor,ben de izlemek için olabilecek en kötü günü seçmiştim.10/10
Yarın da Sweeney Todd günü,ne kadar mutluyum bir anlatabilsem:)
10 Şubat 2008
...
8 Şubat 2008
Özgürlükmüş!
6 Şubat 2008
Simitli Poğaça
Bugün sabah çok erken bir saatte poğaça(yanlış mı yazdım bilmiyorum bu kelimenin nasıl yazıldığını bilmiyorum gerçekten) almak için taşfırına gittim.Orada bir tane kız vardı.Günaydın dedim ve sonra "2 kaşarlı 2 simitli poğaça alabilir miyim" dedim.Kız gülmeye başladı.Ben de “ne diyorum ya ben 2 kaşarlı 2 zeytinli” dedim sonra.Kız hala gülüyordu."Neli istemiştiniz" dedi bir daha 2 kaşarlı 2 zeytinli dedim yine.Kız gülmeye devam ederken ısrarla bir daha sordu iyi ki bir kere simitli poğaça istedim kendisinden ne var bunda bu kadar eğlenecek, hayret bir şey.Ayrıca gün gelir simitli poğaça da icat edilir sonra bu kendinden utanırsın poğaçacı kız.Sabahın köründe ne dediğimi biliyor muyum ben de sen benimle dalga geçiyorsun, ayıp bir şey.Gitgide romantik komedilerdeki histerik kadın karakterlere benzediğimin de farkındayım ama bu bir şeyler satan insanların karşı tarafın söyledikleriyle dalga geçmesi durumu beni iyice sinirlendirmeye başladı.Simitli poğaça işte,ayrıca daha önceden de barbekü sosunuz çok mu tuzlu diye sorduğum arkadaşın "daha önce yemedin mi mcdonaldsta burger da" diye bana çıkışması da çok ilginçti.Ki barbekü sosu benim en sevdiğim soslardan biridir de ben nereden bileyim sizinkinin tuz oranını hayret bir şey.Bir de “aa nasıl yemezsin sen barbekü sosu aptal” bakışı vardı ki o daha da bir ilginç.Hayır hayatında hiç barbekü sosu yememiş olmak da bir ayıp mıdır yani,onu bilemedim.Belki hiç yemedim arkadaşım sen benim sorumu cevaplasana, ne beni bozmaya çalışıyorsun,neden yani "şu kadar tuzlu" demek bu kadar mı zor.Ben de olay anlarında hiçbir şey diyemeyip buradan bu blogtan içimi döküyorum.İnsanların söyledikleriyle kafa bulmayın ,bozmaya çalışmayın tamam mı,duyuyor musunuz beni.Günün 20 saati dalgın yaşayan insanlar var benim gibi, sürekli ne dediğinin çeteresini tutamayan insanlar sabahları bir türlü uyanamayan ve saçmalama kapasitesi yüksek de olabilen insanlar bunlar.Yürüyen merdivenden yukarı çıkmak için aşağı inen yürüyen merdivenlere binmeye çalışan insanlar da olabilirler,dalgınlıktan yemeklerini yere de dökebilirler.Alışmanız lazım.Nedir bu bi dalga geçelim havası,çok ayıp bir şey.Toplumdan soyutlayacağım kendimi o olacak yani.